8 Mart 2014 Cumartesi

Yaz(ma)

   Bir yanım yazmayı emrediyor; "yaz, yaz lanet hayata lanetler yağdırarak yaz" diyor ki; emreden de beynim yazmayan da. Yazma diyor diğer yanım; "bunca yazında ne oldu ki yazacaksın". Haklı sanırım, yazdım da bir şey oldu mu ki?
   "Seviş, o da sen de istiyorsunuz" diyen bir yer var içimde; tam Freud laboratuvarı gibi. "Dokunmadan da sevebilmelisin hatta sevmeden de sevebilirsin" diyen muhtemelen ki super egom olmalı, diğeri ise id' dir sanırım. Hayır eminim; id ve süper ego mun ortasındayım ama egom yok. dengeleyen yanım ölmüş, öldürülmüş.
   Hangi organım, üstümde hüküm sahibi emin değilim. Beynim, federatif bölgelere ayrılmış ki her an tam bağımsızlık ilan edebilir biri, sonra diğerleri.
   Bir haftadır aynı iki üç parçayı dinliyorum, üç parça için mp3 çalar fazlaydı ya neyse.
   Yazıyor muyum yoksa? Oysa yazmayacaktım, söz vermiştim ama kime ya da neye söz verdim bilmiyorum.
   Tamam, buraya kadar. Yazmadım, aslında içimdekileri. Bu bir yalan değil, sadece "yaz" diyeni susturdum, "yazma" diyeni de dinledim.
   

9 Şubat 2014 Pazar

istedim, istiyorum

  Kalbinden silemediğin; nefesini kese, göğsünü sıkar, boğuluyorum sanırsın. Gece karabasanlar olur, koynuna giren. Diyaframına denk gelen bir baskı hissedersin ki yemeden içmeden kesilirsin.
  Aklından çıkaramadıkların; tüm vücudunu ele geçirir, sürekli uyumak istersin. Sabah uyanmak ölmek oluverir, geceleri uyumaksa başka bir ölüm.
  Hayatından çıkaramadıkların; ömrünün törpüsü oluverir, umudun bitiverir, yaşamından vazgeçmek istersin.
  İstersin; hayatına istediğin kim varsa o girsin ama girmez ve hep eksiltili kalırsın, hep bekleyen olup; o beklenen bir an evvel karşına çıksın istersin.

8 Şubat 2014 Cumartesi

neyse

  Bir tarafın gitmek isterken, diğer bir tarafın; biri "kal" desin ister.
  Nedensiz, nedensin, neden sensin.
  İçinde kopan, ezilen ve acıyan yanlar varken; suspus olmak. Susmak.
  Çabalarının çaresiz kalması, yok yere emek sarfetmek.
 
  Neyse, neyse ne...

24 Ocak 2014 Cuma

Kayıp hüküm(ü)darlık




   Aşılmaz duvarları ardında, yalnız bir hüküm(ü)dar. Yılların tecrübesinde öğrenilmiş, savunmayla örülmüş kalesinde yalnız çoğunlukta bir kral. Yapayalnız bir kral. Dolayısıyla; sarayın soytarısı, hizmetkarı ve savunucusu ve de kraliçesi kendisi olan bir kral.

   Asla ele geçirilmemek üzere inşa olunmuş, bir büyük yalnızlık mabedi. İçindekilerin kimsece bilinmediği, bilinmeyeceği ve de yalnızlığın en çoğul halinin korunaklığı olan bir hüküm(ü)darlık.


   Bitmeyen gecelerin, olması istenmeyen sabahları izlediği; alacahüzün krallığı ya da soytarılığı ya da yalnızlığı.

Hükmedilen, hükmeden olmuşluk laneti kokan bir büyük darlıkhane. Soytarı ve kral ve kraliçe ve askerler; hepsi yalnız hepsi diğerlerinden yoksun. Uçsuz bucaksız bir yokluk, başı sonu belirsiz uzun ve aşılmaz duvarların ardında. 
   
   Kral yalnız, kraliçe de ve diğerleri de yapayalnız.

rüya

   
   Rüyamda; bir filin rüyasında gördüğü bir insan olduğunu gördüğü bir rüya görüyorum. Bir kadınla seviyoruz birbirimizi. Kadının kocası var. Kocası yılan ya da domuz olsun istiyorum ama o bir insan; hem de yakışıklı bir insan. Kadın kocasından iğrensin istiyorum, o kocasını seviyor; öyle sanıyorum ki domuz da olsa sevebilecek. Ben de böylesine sevilmek istiyorum bir kadın tarafından, domuz bile olsam insan gibi hissetmek istiyorum.


   
Yaşamadan yaşlanmamak gibi, yaşlanmadan yaşamak da istemiyorum. Hep genç olamam, biliyorum ama hep sevilebilir miyim, bilmek istiyorum. İnandır beni; inandırabilirsin beni biliyorsun… biliyor musun? Beni biliyor musun?

12 Ocak 2014 Pazar

öykünün anlatıcısının hikayesi


   Kimi zaman öykü, anlatıcısının hayatını ilmek ilmek işler; yazılsın ister, daha çok anlatılabilsin diye. Özenle gizledikleri, özel birince bulunsun diye; yazarından ustalık bekler. Yol gösteren; yazar olur, yazamayanlarsa; hikâyenin içinde kaybolanlardan olur. Tabi hikâye de yok olur, kaptanıyla batan gemi misali; yazamayanından, onu da yanında götürerek alır intikamını.


   Hikâyenin gizlediklerinden çok; bulunabileni değer katar, yaşama. Çok derinde, çok daha detaylı olansa kaybolur gider; farkında olunmadığından sığ kalır hayatta, oysa sığ olan tüm hayatlar birer hikâye olup anlatılır olmuştur. Katman katman altta yatana ulaşacak bir kişi ya vardır ya da yoktur ve çoğu iyi hikâye, kendi kalın kabuğunda böyle yok olur.

3 Ocak 2014 Cuma

gece ben; gündüz ben değil


Hayatımın en zoru; sabahlarımdı. Bu yüzden; sabah uyanmak zor geliyordu, bu yüzden; yolculuklarda akşam gitmelerini seviyordum. Ertesi sabah kalkmamak için bahanem olsun diye değil; gerçekten acılarına ancak katlanabildiğimden, sevgililerimden gece ayrılıyordum her defasında.

Gecelerin en karanlık saatleri iyi hissettirirdi kendimi, sabah ise; yine bir yıkıntının enkazı gibiydi. Gece yalnız yatmak, sabah yalnız uyanmaktan çok daha kolay geliyordu.
Bilmiyorum nedenini ama hep böyleydi.

Gece, dışarıdan bir şey gözükmediğindendi, belki; uzun yolculuklarda cam kenarında oturmama neden ya da bir mola saatinde arayacak birileri olanları kıskanmadan bayat çay içebilmek içindi gece seyahatlerim.

Gece karanlık sokaklarda yürümek kolay geliyordu diye; son konuşmalarımı uzatıyor hava kararsın diye bekliyordum, sevgililerden ayrılma anlarımda. Kimseye denk gelmeyecek olma ihtimali, kim bilir belki de sevgilinin gözyaşlarını görmemek içindi. Aslında en önemlisi; arkamdan gelmeyişlerine, “gecenin geç saati ya ondan” diyebilmenin avunmasıydı, kim bilir.


Yine gece gidilecek bir yol bulmalı. Cama yaslamalı başını ve şehir ışıklarından uzaklaşıp, karanlık da karanlığa gitmeli; her gidiş bir bilinmez değil mi zaten, kimse bilmemeli hatta kendim bile bilmeden gitmeliyim.