13 Ekim 2013 Pazar

Tiyatro eseri

İLK SAHNE
Bir kayanın üzerinde oturmuş, elinde kanlı taş var. Önünde yatan, kafasına vurarak öldürmüş olduğu kardeşine bakıyor.
K: ne yaptım ben? Sadece korkutacaktım ama neden hala kalkmıyor yerden? Bu elime yapışan, kafasından akan şey de ne?
O an da bir karganın, ölü olan bir başka kargayı çekerek çukura götürdüğünü izler ve kargayla sohbet eder gibi kendiyle konuşmaya başlar.
K: Sende mi babana öfkelendin de kardeşinin kafasına taşla vurdun, siyah kuş? Neden kalkmıyorlar söylesene; yoksa bir daha kalkmayacaklar mı? Senin de hesap vermen gereken baban var mı? Yoktur tabi; hem kim bilir belki de kardeşini sen bu hale getirmemişsindir. Ne yapıyorsun sen siyah kuş? Neden kardeşini çukura attın, yoksa o bir daha kalkmasın diye mi? Ama üzerine toprak atarsan bir daha kalkamaz ki diğer kuş. Git buradan, seni rezil kuş.
Çukurda ki kuşu topraklarından temizler ve eline alır. Kuşun başı aşağı düşer ve kötü kokusundan midesi bulanır, tekrar çukura geri atıp üzerini örter. Kardeşinin başucuna geçip düşünmeye devam eder. Kardeşinden de koku geldiğini fark edip; siyah kuş gibi kardeşini gömmeye karar verir.
Kardeşini gömmüştür. Toprağa ellerini sürerek ellerindeki kandan kurtulmaya çalışır ve bir yandan içinde hissettiği ama daha önce hiç duyumsamadığı duyguyu seslendirir.
K: Aklı olmayan bir siyah kuştan yol sorar olmuşum. Keşke babama ne diyeceğimi de söyleyiverseydi. Acaba “hep senin yüzünden oldu bunlar” mı derdi babasına? Evet, babamın onu benden daha çok sevmesiydi tüm neden. Hep kardeşimi: ”aferin” deyip başını okşarken, bana kızmasıydı bu kavgalarımıza neden olan?
Öfkelenir ve ayağa kalkar.
K: Bana da onun kadar güzel söyler söyleseydi ya. O çok güzel sebzeler yetiştirirmiş de ben hayvanlara iyi bakmazmışım. O Tanrıya sürekli en güzel nimetleri sunarken, ben… ben…. Neydi o kelime; hah, buldum hasetmişim. Bize tüm nimetleri veren Tanrıdan nasıl olurda verdiklerine karşılık şükranlarımızı sunmak da cimri davranırmışım.
K: İyi ya en güzelini ona verecektik de neden bize verip geri istiyor o halde. Tanrı mı ahmak biz mi ahmağız? Sahi ya; kardeşime güzel sebzeler verirken iyiydi de bana neden hastalıklı hayvanlar verip, daha iyisini hatta en iyisini benden neden istiyor o halde? Kısır hayvanları kurban edemezmişim; iyi de yavrusu olmayanı veren o değil mi, alsın o halde geri kısır olanı da bize bol yavru yapan semizlerinden versin ki bende bir daha ki sefere çok daha güzellerini vereyim.
İyice öfkelenir, eline birkaç taş alıp ileri ve yukarıya doğru fırlatır. Sesini de olabildiğince yükseltir. Ve o an da kardeşinin mezarına bir tekme savurur.
K: Al sana işte. En sevdiğin, en değerli evladını kurban verdim. Madem her şeyin iyisini Tanrıya vermeliydik de sen neden oğlunu kurban verme görevini bana bıraktın. Bunları benden duyduğunda ne diyeceksin çok merak ediyorum doğrusu.
K: Şimdi geri dönüp nasıl söylerim? Geri de dönemem ki artık. Evet, dönmemeliyim, dönmeyeceğim? Artık iki kurbanın var, Tanrıya sunduğun; biri toprak altında diğeri de senden olabildiğince uzakta dağlarda olacak baba ve sen bir daha ikisini de görmeyeceksin.
K: Güzel kızı vermek istediğin oğlun yok artık, güzel kızı isteyen oğlunsa senden de kızından da vazgeçiyor; hem de sonsuza dek.
Mezarın başından uzaklaşırken, mezarın kenarına birkaç taş bırakır; bir daha ki gelişinde yerini tam olarak bulabilmek için. Kim bilir belki topraktan geldik diyen babası haklıdır da kardeşi yeniden topraktan geri gelir diye.
Bir mağara da uyumaktadır. Rüyasında kendine ne yaptığı anlatılmakta ve neden yaptığına dair sorularla vicdani rahatsızlık denen olguyu öğrenmesi sağlanır.
Dış ses: Kardeşini öldürdün. Biz can verdik sen canını aldın. Lanetlendin artık, sen ve senden olan herkes lanetimize uğrayacak. Ölümü anladın, öldürmeyi öğrendin, sen canı alan bir katilsin, suçlusun ve cehennem ateşini sen gibiler için her daim korkunç alevlerle ısıtacağız. Kor ateşlerin rengi beyaza dönene dek; insan etiyle harlayacağız; sen gibi suçluların etleriyle. O ne korkunç bir yerdir.
Uykudan sıçrar ve gözyaşlarıyla boğulacak gibidir. Ağlamaktan kendini alamaz ve bir yandan da bağırarak; babasını ve babasının Tanrısını suçlar.
K: Neden. Neden? Ben neden suçlu oluyorum ki. Neden cehennem de sadece ben yanayım. Bilseydim ki kardeşim o taşla ölecek o lanet taşı elime alır mıydım sanıyorsun? Sen her şeyi bilensin neden engel olmadın bana? Neden babama engel olmadın da, oğulları arasında ikilik çıkardı? Beni kardeşime düşman etmesine ne diye müsaade ettin?
Bağırır!
K: öyle ya, sende benim kadar hatta benden daha suçlusun. Ben bilmeden ölümü; kardeşimi öldürdüm ama sen ölümü bildiğin halde öldürmeme izin verdin. Sen suçlusun. Babam suçlu ama ben değilim; anlıyor musun? Suçlu ben değilim sen ve senin o çok sevdiğin babamdır asıl suçlu olanlar.
K: Bir baba; oğulları arasında, bir yaradan; yarattıklarını birbirinden üstün tutar mı? Hani babamın “adaletli yaratanımız” dediği, adaletin nerede? Madem ki üstün yaratılan ve aşağılanıp hor görülen varsa; bu dünya da ölüm de var, katillerde. Bunun son olmayacağını biliyorsun ama ben ve benden olanlar bu adaletsizliği yıkıp yeni bir başlangıcı y aratacağız.

SAHNE 2:
Terapi odası. Grup terapisinde, kadınlar ve erkekler sandalyelerde oturmuş birbirlerini dinliyorlar. Psikiyatr; tüm hastalarını dinlerken not tutuyor. Birkaç hasta ağız birliği yapmışçasına “tövbe tövbe” diyerek dinliyorlar. Sohbete kulak kesilmiş olanların çoğu şaşkın ve bir tanesi ise oldukça öfkelidir.
Öfkeli hasta: Sen ne saçmalıyorsun ya! Doktor ben bu deliyi dinlemek istemiyorum, benim inançlarıma hakaret ediyor.
Doktor: İnançlarınla bahsettiğini açıklar mısın? Daha önce neye inandığını bilmediğini söylemiştin.
Öfkeli hasta: O zaman kafam karışık olabilir ama şunun kadar da değilim yani! Ne demek ya, Allaha hakaret etmek, resmen kafa tutuyor. Hem o dediğini şeytan yaptı.
Reenkarne olan hasta: Şeytanın Tanrıya meydan okuduğuna inanıyorsun da benim neden bunu yaptığıma inanmıyorsun? Bunlar hepsi Tanrının işi. Hem ben senden daha inançlıyım; neye inandığımı biliyorum.
Öfkeli hasta: Sus! Sesini dahi duymak istemiyorum. Cehenneme gideceksen yalnız git, bizi götürme lanet ateist! Bir de Allaha inanıyormuş. Bir kere o Tanrı değil Allah!
Reenkarne olan hasta: Adını sana O’mu söyledi, sen mi o ismi koydun? Tamam, sen Allah de, ben Tanrı diyeyim ya da başka bir isim de de anlaşabiliriz. Ama bana ismini kendisi bizzat söyledi; bunu da bil olur mu?
Tırnaklarını yiyen kız: Ne güzel… (kahkaha atar) Şeytanın isminde anlaşmışsınız. Benim için sorun yok. Ben şeytana inanıyorum (yine güler). Ne senin Tanrına, ne de senin Allahına inanmıyorum; çok şükür.
Öfkeli adam: Al işte bir deli daha. Doktor bunlara ne deniyordu, hani farklı isimleri vardı bu şeytana tapma zırvalığının.
Doktor: Satanizm!
Öfkeli adam: Hah işte ondan. Ya bu zırvalıkları dinlemeyi reddediyorum. Ne bu ölmüş de sonradan “reen” bişey olmuş adamı ne de “satan” kızı dinlemek istemiyorum. Böyle bir hakkım var olmalı benim. Zaten bunların suratında meymenet yok, direk cehennemlik bunlar.
 Diğer hastalarda abartılı şekilde gülmeye başlarlar. Hastalardan biri “cehennemlik, cehennemlikler” diyerek sandalyenin üzerine çıkıp bağırmaya ve gülmeye başlar.
Doktor: sessizlik, sessizlik. Herkes yerine otursun bakalım. Sanırım bugünlük bu kadar yeter!
 Işıklar kapanıp açılır. Bir hafta sonrasıdır. Sahne aynı. Oyuncuların yerleri kısmen değişmiş ama doktor aynı yerindedir. Ve reenkarne adam anlatıyordur.
Reenkarne adam: Dayımla monopoly oynuyoruz. Hani bilirsiniz şu: ev, araba, otel alabildiğiniz oyun. Sahte parayla sahte mallar edindiğiniz kutu oyunlarından. Dayım öğretti nasıl oynandığını. Aslında basit bir oyun. Her şeyi almak için uğraşıyorsun. Amaç bu. Herkesin elindekileri alıp onları parasız bırakıp oyunu kazanma üzerine kurulu bir eğlence. Hırs ve eğlence; ne büyük çelişki!
Neyse. Oyunu defalarca oynadık ve her defasında dayım kazanıyordu. Tabi ben de neden kazanamıyorum diye daha hırslanıyor ama bir türlü dayımın mallarını alacak kadar kazanamıyordum.
Dayım, güldü ve bana: “eğer gerçekten kazanmak istiyorsan, açgözlü ve acımasız olmalısın. Karşındakinin dayın olduğunu unut ve beni sana yalvarmak zorunda kalacak kadar çaresiz bırakmalısın”
Oyunu ilk kez kazandığımı hatırlıyorum. Dayımın elindeki her şeyi almıştım. Evlerini, evleri için aldığım kiralarla da elinde kalan paraları, sonra otel ve arabalarını da ipotekli olarak almış ve dayımı yenmiştim. Müthiş eğleniyordum. Kazanmak böyle bir şeymiş, anlıyordum.
Oyunu kazandıktan; yani bitirdikten sonra, dayım gülerek başımı okşadı ve: “hadi bakalım bay çok zengin, şimdi tüm paraları ve diğer mallarını toplayıp kutusuna geri koy.”
Bir an için ne dediğini anlamadım ve suratına anlamsızca bakmış olmalıyım ki, bana sarıldı: “ne o çok mu sevdin zenginliği. Nasıl senden önce defalarca ben kazandım ve tekrar kazandıklarımı yerlerine koyduysam şimdi sıra sende. Unutma her şey ama her şey sanal. Bu bir oyun. Kazanmak da kaybetmek de aslında sadece aldanmaca.”
Doktor: Ne hissettin dayın sana böyle söyleyince? Eğlence bitti diye mi üzüldün yoksa o eşyaları ve paraları kaybettiğine mi?
Reenkarne adam: Elbette oyun olduğunun bilincindeydim, sorun oyunun hayat olduğunu daha önce anlamamış olmamdı. Her şey ve herkes yalandı, sanaldı. Kazanan kaybediyordu ama kaybeden kazanmıyordu. Bizler oyuncu değildik, oyuncaktık.
Doktor: Bir daha dayınla tekrar oynadınız mı?
Reenkarne adam: Dayım mı? Yok hayır, uyandım. Her zaman yaptığım gibi önce tuvalete gittim sonra da mutfağa gidip su içtim.
Doktor: Anladım. Peki o halde bizimle neden bunu paylaşmak istediğini açıklar mısın?
Reenkarne adam: Bilmem. Hayat aptal bir oyunmuş onu anlatmak istedim herhalde. Ya da ne bileyim öylesine bir rüyamı anlatayım dedim. Çok ilginç değil mi, doktor? Yani bir düşününce; bir yanda şampanya içip karides yiyen lüks takılarıyla, kadınlar ve adamlar ve tam da masalarının dibinde; belki bir parça bir şey yere düşer diye bekleyen aç çocuklar ve anneleri.
Doktor: Bu da rüyandan bir anektod mu?
Reenkarne adam: Rüya mı? Ne rüyası? Şey bilmiyorum, sadece bu görüntü hep aklımda ama nereden geldiğinden emin değilim. Şey, doktor; şu geçmişime geri dönebilir miyiz? Orada ki kurduğumuz kolonimizden ve Tanrıya karşı giriştiğimiz savaşı anlatmak istiyorum.
Öfkeli adam: Allahla savaşıyormuş, vay deli vay. Belli ki sen kaybetmişsin oğlum o savaşı, o yüzden buradasın (kahkaha atar ve diğerleri de gülerler).
Reenkarne adam: Haklısın. Evet, biz savaşı kaybettik ama belki de zaten kazanamayacağımızı bilerek savaşa başlayacak kadar cesur olduğumuz için asıl kazanmak istediğimizi kazanmış olamaz mıyız?
Doktor: Lütfen aramızda konuşmayı bırakalım. Herkes anlatmak istediklerini anlatabilmek için burada ve diğerlerimiz dinlemeyi öğrenmeyi umut ediyoruz. Toplum denen olguya adapte olmak bu demek.
Reenkarne adam: Doktor, kanserli hücrenin oluştuğu zamandan sonra vücudumuzun kanserli hücreyi sağlıklı olanlardan daha fazla beslediği doğru mu?
Doktor: Sanırım öyle.
Reenkarne adam: Ne ironik değil mi? Hayat denen şey, siz kendinizi yok etmek isteseniz bile size rağmen sizi yaşatmaya programlanmışken, kanser denen düşmanı bize rağmen daha itinayla besliyor. Oysa kanserli hücreyi yok etmesi bizi hayatta tutması gerekirken, sistemimize isyan edip bağımsız çoğalan hücrelerimizi destekleyip; kanserin sistemimizi yok etmesini destekliyor.
SAHNE 3:
K, gençlere ders anlatmak üzere inşa edilmiş ilk üniversitenin amfisindedir. Bir yandan ders anlatırken diğer yandan anlatılan ve yapılan her şeyi kayda geçmesi için tarih tutucu birkaç yazıcı görevlendirmiştir. Dünya üzerinde var olmuş ve var olacak en üstün şehir inşa ediliyordur.
K: Sizler; bugün geldiğimiz uygarlığı sizler bizim için inşa ediyorsunuz. Sizden sonrakilerde sizin için inşa edecekler.
Ö1: Efendi K; tersini söyleyecektiniz sanırım.
K: Dikkatin seni bir adım öne geçirse de sen de diğer dostlarımız kadarsın. Hayır, yanlış söylemedim. Siz kaydediciler, sakın ha söyleneni söylenmemiş gibi göz ardı etmemeniz gerektiği gibi söylenmeyeni de söylenmiş gibi yazmayın.
Sizler bizim için bu şehirleri inşa ediyorsunuz. Yapanlar babalarınız ve anneleriniz gibi gözüktüğünü biliyorum ama aslolan sizin için inşa ettiğimizdir. Neden, sonuçtan öncesidir. Şu an vardığımız uygarlık, sebeplerimizin sonuçları olduğuna göre; son hiçbir zaman olmayacak çünkü varlık var oldukça nedenler de sonuçların öncüsü olarak insanlığı hep ileriye götürecek. Bizden sonrakiler insanlığı daha da ötelere götürsün istiyoruz; bu nedenle şehirleri ve insanları inşa ediyoruz, sonuçsa şu an gördükleriniz. İnsanlığı nasıl dizayn ettiğimizi anlayın diye; kayıtçılar yazıya döküyor tüm yaptıklarımızı, sonuç olarak kitapları yazmış olsak da, yazmamıza sebep yine sizsiniz yani gelecekteki dizayn etmek istediklerimizsiniz.
Ö2: Efendi K. Üstün olanın üstünlüğü nasıl belli olur? Herkes eşit der ve herhangi birinin, bir diğerinden üstün özelliklerine rağmen üstünlüğünü göstermesine izin vermezsek, bu haksızlık olmaz mı?
K: Haksızlıklar olmasın diye üstünlük sahipleri var oldu. Sizce üstün olan; zaten varlığıyla kendini ortaya koymuşken bir başkasınca takdiri bekler mi? Ego, sevgili dostlar; ego üstünlüğe engel değil mi? O halde üstün olan; kaç insanda yaşam kurduğunuz ya da kurduğunuz yaşamlarda kaç kişiyi barındırdığınızdır.
Babalarınız sizlerin oluş nedenlerinizken, size üstünlük tasladılar mı? Bu uygarlığı inşa eden bilginlerden kaçı yolunuzu kesip, sizden ayaklarına kapanmanızı istediler? Kaç bilgin tanıdınız ki; “ben bilginim, hepinizden üstünüm” diyen. Sokaklarımız da yaratılış gereği eksik olan dostlarımızdan başka, kendi ismini bağıranları tanıdınız mı?
Siz kaydediciler; altına şundan ya da bu kişiden diye notlar düştünüz mü yazdıklarınızın? Eğer düştüyseniz, derhal siliniz. İnsanlık tek bir varlıktır; varlıklarımız zaten bir egonun sonucu değil mi ki bizde o egoyla kendimizi kirletelim.
Ö3: Efendi K. İnşa edilen kulenin amacımızı gerçekleştirebileceğine inanıyor musunuz? Tanrıyı öldürebilecek miyiz?
K: (tebessüm eder) Önemli olan sensin genç dostum. Sen inanıyorsan bende inanıyorum. Bir efsaneyi yazandan çok o efsaneye inanmış anlatıcılardır anlatılanı efsane yapan. Başarmak; eğer sorunuz buysa, biz zaten başardık. Uygarlığımız inşa edilemez denen bir kuleyi var ediyor, inşa etmemize asla izin vermez denen Tanrıya karşı yükseldikçe yükseliyoruz. Başlangıçta söylenen; Tanrı bizleri yok edecek söylevlerini şuan duyuyor musunuz? Oysa kaydedenler, o sözleri kaydettiler ama onlar bile unuttular. Nitekim o şüpheliler şuan en çok inananlarımız.
Sevgili dostlar, bizler amacımıza ulaşıp Tanrıyı öldüremeyebiliriz; doğrudur. Ama aslında binlerce yıl sonra bile anılacak efsanemizle zaten yaratanı öldürdük bile. Bu fikir hayat bulduğu andan itibaren, kulemizin her yükselişinde, geleceğe taşınacak mesajımızla Tanrı çoktan öldü.
Ve bilim, saygıdeğer dostlar. Bilim. İşte bizim asıl inşaatımız bu. Biz kule değil, kuleyi inşa eden bilimi var ettik; amacımız buydu. Bilim bizlerden çok sonra bile bu kulenin amacını gerçekleştirecek savaşımızı devam ettirecek bundan hiçbir şüpheniz olmasın.
Ö4: Bir zaman bilim, Tanrıyı öldürebilecek mi efendi K?
K: Tanrı bilimi hiçbir vakit öldüremeyecek, saygı değer dostum. Hiçbir vakit. Var oluşumuz sistematik bir bilimle mümkündü. Bilime ihanet, varlığını hiçe sayması demek olmaz mı?
SAHNE 4:
Reenkarne adam ayakta anlatmaya devam ederken, öfkeli adam ve diğerleri büyük merakla ve sessizlikle dinlemektedirler.
Öfkeli adam: Öldürdü mü seninkiler Tanrıyı yani Allahı?
Reenkarne adam: Bilmem şuan hatırlamıyorum, ama hatırlarsam anlatırım.
Doktor: Kuleyi inşa ettiklerinden sonra kral kulenin tepesine çıkar ve elindeki okla havaya atış yapar. Efsaneye göre ok, bir kuşa saplanıp kanlı olarak aşağı düşer ve tüm kalabalık, kanlı oku görüp Tanrıyı öldüklerine inanırlar.
Reenkarne adam: Siz nerden biliyorsunuz bunları, ben mi anlattım yoksa? Evet, evet dediğiniz gibi oldu. Gerçekten öyle oldu, şimdi hatırladım.
Doktor: Peki başlarına ne geldiğini hatırlıyor musun?
Reenkarne adam: Hayır, hatırlamıyorum. Ne oldu sonra?
Doktor: Yazılı kaynaklara göre; Tanrı bu hareketlerinden dolayı tüm uygarlığı farklı kabilelere ayırır, bir daha bir araya gelemesinler diye de dillerini ve renklerini farklılaştırır ki böylesi bir güçle tekrar isyan edemesinler diye. İnsanlık bir daha asla, Babil uygarlığı seviyesine erişemez.
Reenkarne adam: Hayır yanılıyorsunuz. Şuan tüm insanlık ortak bir dille bilim yapıyor ve bilimle tüm dünya insanları bir araya gelebiliyor. Bence yeni Babil yeniden kulesini inşaya başlamış, hadi bizde geç kalmayalım, yerimizi alalım doktor!