24 Ocak 2014 Cuma

Kayıp hüküm(ü)darlık




   Aşılmaz duvarları ardında, yalnız bir hüküm(ü)dar. Yılların tecrübesinde öğrenilmiş, savunmayla örülmüş kalesinde yalnız çoğunlukta bir kral. Yapayalnız bir kral. Dolayısıyla; sarayın soytarısı, hizmetkarı ve savunucusu ve de kraliçesi kendisi olan bir kral.

   Asla ele geçirilmemek üzere inşa olunmuş, bir büyük yalnızlık mabedi. İçindekilerin kimsece bilinmediği, bilinmeyeceği ve de yalnızlığın en çoğul halinin korunaklığı olan bir hüküm(ü)darlık.


   Bitmeyen gecelerin, olması istenmeyen sabahları izlediği; alacahüzün krallığı ya da soytarılığı ya da yalnızlığı.

Hükmedilen, hükmeden olmuşluk laneti kokan bir büyük darlıkhane. Soytarı ve kral ve kraliçe ve askerler; hepsi yalnız hepsi diğerlerinden yoksun. Uçsuz bucaksız bir yokluk, başı sonu belirsiz uzun ve aşılmaz duvarların ardında. 
   
   Kral yalnız, kraliçe de ve diğerleri de yapayalnız.

rüya

   
   Rüyamda; bir filin rüyasında gördüğü bir insan olduğunu gördüğü bir rüya görüyorum. Bir kadınla seviyoruz birbirimizi. Kadının kocası var. Kocası yılan ya da domuz olsun istiyorum ama o bir insan; hem de yakışıklı bir insan. Kadın kocasından iğrensin istiyorum, o kocasını seviyor; öyle sanıyorum ki domuz da olsa sevebilecek. Ben de böylesine sevilmek istiyorum bir kadın tarafından, domuz bile olsam insan gibi hissetmek istiyorum.


   
Yaşamadan yaşlanmamak gibi, yaşlanmadan yaşamak da istemiyorum. Hep genç olamam, biliyorum ama hep sevilebilir miyim, bilmek istiyorum. İnandır beni; inandırabilirsin beni biliyorsun… biliyor musun? Beni biliyor musun?

12 Ocak 2014 Pazar

öykünün anlatıcısının hikayesi


   Kimi zaman öykü, anlatıcısının hayatını ilmek ilmek işler; yazılsın ister, daha çok anlatılabilsin diye. Özenle gizledikleri, özel birince bulunsun diye; yazarından ustalık bekler. Yol gösteren; yazar olur, yazamayanlarsa; hikâyenin içinde kaybolanlardan olur. Tabi hikâye de yok olur, kaptanıyla batan gemi misali; yazamayanından, onu da yanında götürerek alır intikamını.


   Hikâyenin gizlediklerinden çok; bulunabileni değer katar, yaşama. Çok derinde, çok daha detaylı olansa kaybolur gider; farkında olunmadığından sığ kalır hayatta, oysa sığ olan tüm hayatlar birer hikâye olup anlatılır olmuştur. Katman katman altta yatana ulaşacak bir kişi ya vardır ya da yoktur ve çoğu iyi hikâye, kendi kalın kabuğunda böyle yok olur.

3 Ocak 2014 Cuma

gece ben; gündüz ben değil


Hayatımın en zoru; sabahlarımdı. Bu yüzden; sabah uyanmak zor geliyordu, bu yüzden; yolculuklarda akşam gitmelerini seviyordum. Ertesi sabah kalkmamak için bahanem olsun diye değil; gerçekten acılarına ancak katlanabildiğimden, sevgililerimden gece ayrılıyordum her defasında.

Gecelerin en karanlık saatleri iyi hissettirirdi kendimi, sabah ise; yine bir yıkıntının enkazı gibiydi. Gece yalnız yatmak, sabah yalnız uyanmaktan çok daha kolay geliyordu.
Bilmiyorum nedenini ama hep böyleydi.

Gece, dışarıdan bir şey gözükmediğindendi, belki; uzun yolculuklarda cam kenarında oturmama neden ya da bir mola saatinde arayacak birileri olanları kıskanmadan bayat çay içebilmek içindi gece seyahatlerim.

Gece karanlık sokaklarda yürümek kolay geliyordu diye; son konuşmalarımı uzatıyor hava kararsın diye bekliyordum, sevgililerden ayrılma anlarımda. Kimseye denk gelmeyecek olma ihtimali, kim bilir belki de sevgilinin gözyaşlarını görmemek içindi. Aslında en önemlisi; arkamdan gelmeyişlerine, “gecenin geç saati ya ondan” diyebilmenin avunmasıydı, kim bilir.


Yine gece gidilecek bir yol bulmalı. Cama yaslamalı başını ve şehir ışıklarından uzaklaşıp, karanlık da karanlığa gitmeli; her gidiş bir bilinmez değil mi zaten, kimse bilmemeli hatta kendim bile bilmeden gitmeliyim.