27 Kasım 2013 Çarşamba

Tanrılar ve Krallar

TANRILARIN KRALLIĞINDA, KRAL TANRILAR

Hellium: Pentaton’un kurucu baş bilge
Argantitus: Pentanon’un danışman bilgesi
Ksenon: İstihbarat bilgesi (pantanon’un kulağı)
Argonyus: Stratejist bilge (savaş Tanrısı)
Neonidas: Eğitimden sorumlu bilge (Doktrin uzmanı)

I.                   Perde
(Tanıma ve özümseme)

Sahne 1:
Hellium: Bu sefer kinin diğerlerinden farkı ne?
Argantitus: Daha hızlı yayılıyor efendim. Ve… ve üstelik hiçbir mucizesi bile olmadan.
Hellium: Ve… demek mucizesi de yok, öyle mi? Ne oluyor bu insanlara anlayamıyorum. O halde nedir onu bizim için endişelenmeni gerektirecek denli büyüten.
Argantitus: Bilemiyorum efendim, şimdilik.
Hellium: (yerinden hızla kalkar ve öfkeli ses tonuyla) Beni iyi dinle doktor. Ne ben ne de sen; geldiğimiz noktayı babamızdan miras almadık ya da kendi yarattığımız Tanrıdan. Biz bilimle buradayız ve ben seni dinliyorsam; bu danışman görevinden değil, bilimsel geçmişine duyduğum saygıdandır. Sakın bana dogmalarla, kıt akıllıların hayal güçleriyle gelme. İnandığın şeyleri önüme koy ki sana olan inancım zarar görmesin.
Argantitus: Saygınız, saygımdandır efendim. Elbette size fikir verebilecek noktada değilim, öyle bir iddiam da olmadı. Bulunduğunuz yeri hak eden bilgeliğinize hakaret etmek aklımdan dahi geçmez, bu yüzden ben sizden danışmanlık için bunu sundum size. Nedir, bu kolektif akıl tutulmasının ardında ki sır?
Hellium: Bu denli ciddi yani! Peki, sizi kırdıysam özür dilerim doktor. Bununla ilgili tüm istihbaratı istediğimi Ksenon’ a iletirseniz minnettar olurum. Kendisi bizzat bununla ilgilensin, yarın akşam pentanon konseyini toplayalım. İlminize saygılarımla, Doktor Argantitus.
Argantitus: İlminize saygılarımla, efendi Hellium.
(Hellium, kollarını göğsünde birleştirip kendiyle konuşur)
                Hellium: Hiçbir zaman bitmeyecek, bitiremeyeceğiz. Öyle ya; biz nasıl her defasında tüm yaptıklarımıza rağmen alternatifi arananlar oluyorsak, teistlere de biz alternatif olmadık mı? Bu sonsuza dek sürecek ve asla son bulmayacak bir varlık savaşı olacak anlaşılan. Yeni fikirler, yeni taktikler gerekiyor bu kez. İnsan doğası onlardan yana ama biz insanın erdemlerinden var olanız, insan olduğunu idrak edememiş olsaydık nasıl olurda taraf seçebilirdik. Taraf! Evet, bu kez aynı tarafta olmalıyız.
Sahne 2:
(Pentanon konseyi toplanmıştır. Beş ilmi kadim insan; Hellium, Argantitus, Ksenon, Argonyus ve Neonidas bir aradadır ve beyin fırtınası yapmaktadırlar).
                Hellium: Kadim dostlar, ilminize saygılarımla. Bugün sizlerin de bilgi sahibi olduğunuz, yeni bir fikri yaratmak için toplandık. Yok, edilmesi gereken bir başka ilkel dogmayla karşı karşıyayız. Doktor dostumuz Argantitus sizleri bilgilendirmiştir, sanıyorum.
                Ksenon: Doktorun size ilettiğinden daha hızlı ilerliyorlar.
                Hellium: “…ilerliyorlar…” derken, çoğul konuştuğunuz dikkatimi celp etti, sevgili dostum. Kaç kişiler, kaç mürit ya da kaç havarileri var? Daha önemlisi, kaç Tanrıyla karşı karşıyayız, dostum Ksenon?
                Ksenon: Tek Tanrı, tek peygamber ve hızla artan inananlar. Mürit ya da havari demiyorlar kendilerine. Sadece inananlar var.
                Argonyus: Bu defa ki fark nedir, dostlarım? Bunu diğerlerinden farklı kılan üstün tarafı nedir ki, bizler pentanon’u topladık. Gereksiz kaygı sezinler gibiyim.
                Hellium: Haklısın ve yanılıyorsun kadim dostum. Diğerlerinden farkı küçük nüanslar olsa gerek ama maya aynı, emin olabilirsin. Toplanma nedenimize gelirsek sevgili ilim dostları; bu kez tümden yok etmek düşüncesindeyim. Her defasında, tekrar ve tekrar geri gitmelerle asla olmak istediğimiz noktaya gelemeyiz. Bu kez faklı olmalı, karşılarında durmayıp yanlarında hatta içlerinde olmayı teklif ediyorum.
                Neonidas: Bu duyduklarım, inanılmaz. Bizler de mi kaybettik. Bu denli zayıfladık mı yoksa onlar mı farkına varamadığım denli güçlendiler. Teslimiyet sezinliyorum. O halde ruhumu bedenin tutsaklığından sen kurtar aziz dostum Hellium!
                Hellium: Ey aziz dostum, Neonidas. Kaygın kaygımdır ama şimdi kaygın gereksiz. Teslimiyet söz konusu olduğunda Pentanon da olan tek bir dostumun dahi ruhunu bedeninde, bedenini bir başkasının esaretinde tutacağını zannetmem.
Argonyus: Aydınlat bizleri, aydınlatıcımız olduğun gibi. Şartlar bizi ne gibi bir yolda sınıyor bu kez? Bedenim, seninkinden önce çürümeden teslimiyet konuşulmayacak bunu bil de ona göre söyle.
                Hellium: En iyi savunma saldırıdır, sen de bilirsin Argonyus dostum. Ama bu kez saldırıyı çok çok geciktireceğiz. Öyle ki; onlar kendilerini yok edelim diye bizlere koşacaklar.
                Ksenon: Nasıl olacak, kadim bilgemiz?
                Hellium: İstihbarat sız saldırı; karanlık gece de sisle savaşmak gibidir demez miydin savaşçı dostum? Ne biliyoruz haklarında? Neyi nasıl savunuyorlar? Bir tek mucize dahi yokken ortada nasıl olabilir de insanların fikirlerine bu denli hızlı bulaşabiliyorlar?
                Argantitus: İçlerine sızmayı ve fikirlerini öğrenip, kendi fikirleriyle yok etmeyi mi planlıyorsunuz? Ajanlarımız sayesinde, fikirleri fikirlerimizle mi zehirleyeceğiz?
                Hellium: Akılın en iyi temsilcisi büyük sırdaş, kısmen haklısın. Ama daha önce de bunu yapmadık mı? Bu kez farklı olmalı ve öyle olacak. İçlerine ajanlarımızı sokmayacağız; mademki bu denli bulaşıcıysa, içlerine sokabileceğimiz en güçlü ajanımıza dahi güvenebilir miyiz? Bu eminlikte olabileceğin kaç adamın var sevgili dostum, Ksenon?
                Ksenon: Bu işittiklerimi işitmeden evvel, size bir düzineden fazlasını gözüm kapalı getirirdim ama artık gözümün açık kalması gerektiğine inandım. Sizi büyük yapan fikirlerinizle yön bulmaya hazırım, aydınlatın bizi efendi Hellium!
                Hellium: Bana güvenir miydiniz, sevgili dostlarım?
                Argantitus: Şüphesiz!
                Ksenon: Kendimden bile fazla!
                Argonyus: Ama sevgili dostum, yoksa…
                Neonidas: Efendim, bunun nasıl riskler içerdiğinizden bilgi sahibi olduğunuza eminim, fakat?
                Hellium: Risk mi? Sevgili dostum, fikirlerime bulaşmalarından mı korkuyorsun yoksa ölebilecek olmamdan mı? Ölmek beni mutlu eder ki; arkamda pentanon’un dört sağlam üyesi daha var. Hanginiz benim yerimi alamazsınız ki? Şüphemiz olmaksızın planlarımıza sadık kalacağınıza eminim, o halde endişe ettiğiniz fikri bulaşık olsa gerek! Haklı olabilirsiniz kadim dost, ama bir de şöyle düşünmeliyiz; olur da benim fikirlerimi dahi değiştirebilecek bir yeni fikir varsa, bizlerinde değişmez kalması bağnazlık olmaz mıydı?
                Argantitus: Değişmek mi? Bizlerde mi?
                Hellium: Endişeye gerek yok dostlarım, kaygılarınızı silin; şimdilik. Henüz bu denli güçlü bir fikir olduğundan emin değiliz, henüz bizleri ve fikirlerimizi alt edemediler. Önce öğreneceğiz, sonra gerekeni tekrar ve tekrar konuşuruz dostlarım. Sarsılmaz bir inancım varsa; o da sizlerin bilime ve birbirinize olan sadakatinizdir, dostlarım. Kadim olan bilgi adına, ilminize saygılarımla.
                Argonyus: İlminize saygılarımla, kadim dostlarım.
                Argantitus: İlelebet yaşayacak bilgeliğinize tereddütsüz saygılarımla bilge dostlarım, yerim sizin savaşınızdır.
                Neonidas: İlminize saygım, ilmimden gelir kadim dostlar. İlimle ve sizinleyim.
                Ksenon: Pentanon sonsuza dek var olacak, bilgeliğinizde. İlminize saygılarımla.

Sahne 3:
(aradan 1 yıl geçmiştir, Hellium; çöllere, dağlara, şehirden uzakta yaşayan onlarca rahip, haham ve budistle tanışmış; hepsinden ne anlatılmışsa dinlemiştir.  Pentanona geri dönmüştür ve beş yüce bilge tekrar bir aradadırlar)
                Argantitus: (Büyük şaşkınlık içindedir ve telaşlıdır, Hellium u kucaklar) Ne olmuş sana böyle, bilgeler bilgesi Hellium?
                Ksenon: Hellium sen misin, bu? Gözlerime inanmasam da kalbim sen olduğunda ısrarcı!
                Hellium: Evet sevgili dostlarım; sadakatin ta kendisi; Argantitus, söylenmemişleri dahi duyan; Ksenon, sen ey yüce savaşçı; Argonyus ve işte yeni nesillerin mimarı; Neonidas. Selam ve bilgelikler size.
                Neonidas: Anlat bizlere, ey bizi biz yapan yüce bilge. İlmine ne kattın, neleri ve kimleri tanıdın, anlat!
                Argonyus: Hellium, hala bizimle misin? Yoksa…?
                Hellium: Argonyus sevgili dostum, yine sertsin ve gerçekçi. Sevmezsin dolambaçlı cümleleri ve istediğini vereceğim sana, hemen şimdi! Lütfen oturun dostlarım, oturun. Anlatacaklarım ayakta dinlenemeyecek kadar uzun ve detaylı.
                Argantitus: Dinlenmek istersen bekleyebiliriz, Hellium. Bunca zamana bir gece daha ekleriz, sen istersen.
                Hellium: Sağ ol sevgili dost ama hemen anlatmalıyım, hemen dinlemelisiniz. İnsanlığın biriktirdikleri öyle çok ki. Nelere inandıklarına inanamazsınız. İnsan doğasının doğallığında, her kavim farklı olduğunu sandığı aynı insanı erdemleri yaratıp adına başka başka diyorlar.
                Neonidas: Nasıl yani sevgili dostum? Aynı fikirler ve başka isimler mi yoksa başka Tanrılar aynı öğretilerle mi insanları eğitiyor?
                Ksenon: O halde çok seçkin ya da seçilmiş veli tanımış olmalısın. Nasıldılar, ne anlattılar, gerçekten mucize sahibi olanlarıyla karşılaşabildin mi?
                Hellium: Mucize. Mucize; Tanrının koyduğu yasaları ihlal etmektir ki bunu da ancak Tanrı yapabilir ya da yaptırabilir. Seçilmişler konusuna gelince; evet gerçekten seçkinler tanıdım ama bunları ne Tanrı ne de İnsanlar seçmiş. Seçkinler, diğerlerinden farklılıklarıyla öne çıkmış farklı erdemde olan mütevazı insanlardı.
                Argonyus: Bizim gibi insanlar mı? Ölümlü ve zaafları olan beşerler mi yani?
                Hellium: Öyle ya, çok güzel dedin kadim dostum. Bizler gibi, sen gibi ve Argantitus ya da Ksenon gibi. Sizlerde seçkin değil misiniz? Pekala bizler de veli olabiliriz, belki de öyleyizdir. Kafamızın içinden ve bizim cümlelere döktüğümüz cümleler, onlar ilahi kudretin kelamı olsalar; bizler vahiyle konuşuyor olmaz mıydık?
                Ksenon: Kadim bilge, sade anlat ne anlatacaksan.
                Hellium: Sadelik, tam da senin tarzın kadim insan. Bilgeliğinin farklılığı bu! Evet, dostlarım; kafamızda canlanan fikirlerimizi kulağımıza fısıldayan melekelere de inanabilirsiniz veya insanın seçme hürriyetine. Aslolan inanmaksa, taşa da ağaca da inanmadı mı insan? Korktuğu için değil miydi; şimşek Tanrısı ya da ateş veya depremlerin sahibi yer altı Tanrısı. Şimdi hangisi var? Neden yoklar, kim yok etti onları.
                Argantitus: İnsanlar korkmuyor artık bu saydıklarından; çünkü biz ve bizden öncekiler öğrettik doğru olanı hem de dosdoğru haliyle. Ama…
                Hellium: Ama, başka başka korkulara bıraktılar yerlerini öyle değil mi? İnsan büyüdükçe korkmayı öğrenir, insanlık geliştikçe de yeni korkuları icat etti. Hangi çocuk ölümden korkar ya da eli kanlı bir cellattan. Bilmedikçe, anlamsız olan ne varsa öğrendikçe korkulara dönüşüverir. Tümden korkusuz tek insan yoktur ve olmayacak da. O nedenle; seçilmişler korkuları defetmek için tekrar ve tekrar gelecekler. Tanrıdan geldik veya Tanrı bize geldi diyecekler.
                Neonidas: O halde sevgili bilginim; bunlarla savaşmak imkânsız mı diyorsun? Yoksa sen de mi imkânsızlıklara ikna oldun? Kanıtlanamaz yoktur; çünkü yokluğunun bile kanıta ihtiyacı vardır, diyen Hellium gitti mi artık? Ne olur yüce insan aydınlat bizleri!
                Hellium: Burada ve sizlerleyim, sevgili dostlar. Kadim dostluk bu demek değil mi zaten. Hala aynı düşüncedeyim, dostum Neonidas. Ama eklemelerle geliştirilemeyen yok olmaya mahkûmdur, unutma. Bildiklerimize yenilerini eklemenin neresi yanlış? Bir düşünün! Bizler yok edemiyorsak onlar da var edemez; bizler yokluğunu kanıtlayamıyorsak, onlar da varlığını. O halde denk bir savaşın tam ortasındayız. Bir küçük hile yapmazsak eğer!
                Argantitus: Beklediğimiz Hellium cümleleri bunlar, hoş geldin kadim dost, anlat!
                Hellium: Hoş bulmuştuk zaten dostlar dostu Argantitus. Savaşları kazanan bilge komutanlar ve stratejileridir; öyle değil mi Neonidas? Bu kez bizler yokluğunu kanıta uğraşmak yerine, varlığını kanıtlayacağız.
                Ksenon: İmkânsız!
                Hellium: Bizi de güçlendirecek olan da bu imkânsızlık olacak, bilge dostlarım. Yokluğu kanıtlanamayanın, yokluğunu kanıta asla izin vermeyerek varlığını devam etmesine olanak sağlayacağız. Varlık, varlığını bizimle sürdürdükçe; yok olması imkânsız olacak ki, bir başka Tanrıya ya da başka Tanrıların velilerinde lüzum kalmayacak. Kadim bilgi; kadim Tanrıyı yaratacak. Sapkınlıklar ortadan kayboldukça, aydınlanma da; o hızla insanlarımızı ve insanlığımızı daha yüksek bilgiye sevk edecek. Bilgi Tanrısı! İşte yeni ve sonsuz Tanrımız.
                Argantitus: Anlaşılan o ki; Bilgi Tanrısı seni veli tayin etmiş kendine, ey yüce seçilmiş Hellium!
(Pentanon da ki beş kadim dost hep birlikte güler ve birbirlerini tebrik ederler, özellikle de Hellium u)

Sahne 4:

3 Kasım 2013 Pazar

Çocukluğuma...

Merhaba çocuk. Kendime yazdığım şu anımda kaç yaşımdayım bilmiyorum. Sana bir başkasıymışsın gibi hitap edeceğim, böylesi daha mantıklı olacak gibi.
İlkokulun serbest resim saçmalığında, arkadaşların çiçek böcek çizerken sen savaş sahnesi çizip de annenin okula çağrıldığı, dördüncü sınıftaki sana yazmak istiyorum. Boş koy gitsin! Öyle zamanlar gelecek ki; senden çok küçük çocuklar ölümün üç boyutlusunda büyüyecekler. Anormal olmadığını kimse bilmeyecek ama ben sana söyleyeyim; realist olmakla lanetlenmişsin, çok üzgünüm ama hala realistim.
Hayalini kurduğun yaşlarda, hayalini kurduğun ne varsa hepsini unut; çünkü hiç birini gerçekleştiremediğin zamandan kendine mektup yazarken, kendine yalan söyleyemeyecek kadar gerçek bir başarısızlık oluvereceksin.
Sana yalanlar söyleyecekler; annen, baban ve en çok da hayatındaki egolarıyla öğretmenlerin. Çok zeki olduğundan bahsedecekler, yarışmalardaki derecelerinle daha bir heveslenecek daha bir yarışa itecekler seni, sanki iyi yapmışlar gibi. Kazandıkça kaybetmiş bulacaksın kendini. Kaybettiğinin farkına çok ironik bir yerde varacaksın; bir psikoloğa âşık olmuş ve çıkma teklif etmişken, kız; ciddi olup olmadığını sınayan gözlerle, sana bakarken mesela!
Kaç kez aşık olacağını söyleyemeyeceğim çünkü aşık olacak mısın pek emin değilim. Ama sana aşkın kimyasını çözdüğün an itibariyle; sinema perdesinin arkasından sahnede ki filme bakan şaşkın tiplere bakar gibi tüm herkesi seyredeceğini söyleyebilirim. Ve içinden hepsine haykırmak gelecek; “bunları gerçek mi sanıyorsunuz, doğa siz üreyin diye sizinle dalga geçiyor” diye. Hayatına giren kızlara da söyleyeceksin ama inanmayacaklar. “Allah belanı versin” ve “son olmayacaktın da ne diye hayatıma girdin” laflarını ezberleyeceksin ama sonrakileri uyarmana rağmen yine inanmayacaklar sana. Bir tek; “nasılsa gitmeyecek misin neden sana alışayım ki” diyen kızın tavrını seveceksin. Mavi gözleri kalacak aklında ve bir de sana yaptığı son kahve.
Gün gelecek göz doktorun, “göz kuruluğu” teşhisi koydu diye yapay gözyaşı damlaları kullanmaya başlayacaksın. Sana “hiç ağladın mı?” diye soran kızı anımsayacaksın, tebessümle. Ciddiyetle sorunun cevabını arayacaksın. Dur ben sana söyleyeyim; kızın beklediği cevapla alakasız olacak, o senin kim için ağladığını merak ederken, sen bir kişiye değil 250bin kişiye ağladığını itiraf edeceksin; yıl 2005 olacak. Kız cevabınla teselli olmayacak ama sana kalan; geçmişte ki o trajediye tek kişilik yolculuk olacak.
Geleceğin, şu anından çok da iyi olmayacak. Sen bilmiyor olsan da ben hatırlıyor olacağım senin yerine. Bir gün bir kitap da; “mutluluk doğuştan size hediye edilmemişse boş yere uğraşmayın” yazan yazıyı okuyacaksın. Bilimsel verilerle uğraşacaksın; %50 genlerinizin, %40 sizin kontrolünüzde ve %10 çevresel faktörler belirliyor mutlu olup olamadığınızı diyecek meslektaşların. Sakın inanma. Hayatının %10 unun kontrolü bile senin elinde olmayacak.
Büyüdüğünde ne olduğunu merak ediyorsun değil mi? İlkokuldan beri zikrettiğin bilim adamı olmak için çok ama çok uğraşıp bir hiç olacaksın en sonuçta. Hayat anlamsızmış anlayacaksın; bilim yapmaktan çok daha zormuş adam olmak en çok bunu gözlemleyeceksin tüm yaşadıklarında. Hayatından o kadar çok insan girip çıkacak ki; onlar gittikçe ne kadar da az insan tanımışım diyecek kadar insanların ahmaklıklarını analize uğraşacaksın.
Merak ettiğin birkaç soruya daha cevap vereyim; hayır evlenmedin ve dolayısıyla üçüz kızların da olmadı, evinde yok arabanda. Elinde anlarını tespih gibi dizdiğin bir yokluk olacak; bu yaşında. Evliliğe bakışını anlayacak birini bulamadığın için üzgünüm, ya da bulamadığım için mi demeliyim. Sen suçlu değilsin, ben de değilim ama mağduruz; çocuk!
“Bilmek” denen hastalık kanında dolaştığı zamanlarca; öğrenmek için olmadık yerlerde dolaşacaksın. Bedeller ödeyeceksin bilgi uğruna, ömründen; olmayan yaşların akıp gidecek, kimi zaman bir laboratuvar da kimi zaman hayatın en diplerinde bir yerlerde.
Her şeyi sorguluyor bulacaksın kendini; büyüdükçe. Herkese normal gözüken ne varsa senin şüpheciliğin daha da artacak. Ve tüm çıplaklığıyla gördüğün her şeyi, hiç kimseye hiç bir şekilde anlatamayacaksın. Karamsar diyecekler ya da eş anlamlısıyla kötümser; oysa insanlar ölüyorken ve öldürüyorken insanlar, şükrettiklerine şahit olacaksın. Tek tanrıya giden yollarda ki dinlerin savaşını izleyeceksin, aynı dine mensupların bile mezhep denen kendi icatlarıyla ötekileri yaktıklarını izleyeceksin. Üzgünüm belki yaşın buna müsait değil ama sen diğerlerinden farklısın diye rahatlıkla sana yazıyorum. Eminim ki sende en gerçek olanı tüm çıplaklığıyla bilmek isterdin, ben de bil istedim.
Sana yazabileceğim o kadar çok şey var ki; bu yüzden susmak zorundayım. Sana, yaşadıklarımı yaşama diyebilmek adına “dikkat et” haritası çıkarmak isterdim; ama biliyorum ki sen herkese meydan okuduğun gibi bana da meydan okuyup üzerine gider ve hepsini en acısıyla yaşardın. Sanırım daha önce, benim gelecekteki halimin yazdığı haritayı tekrar tecrübe ettiğimden bu haldeyim ve bende sana yazmak gibi bir dejavuyla seni yanlış yola itiyorum. Özür dilerim.
Haberin yok; henüz. Higgs bozonu bulundu. Tanrının belası Tanrı parçacığını bulduk sonunda. Yeni bir çağ açıldı da, insanlar içinde savaş olmayan çağ dönümlerini kabul etmiyorlar ya; bu nedenden çağı kapattıramadık. Paralel evrenler kuramını kanıtlayamadık ama sen buradasın ya da ben senin yanındayım.
Geçti ömür ve senin çok sevdiğini sananlar zor sevdiğinden çokça deneme yapmak zorunda olduğunu anlamadılar; bunun içinde özür dilerim.
Dilinde “keşke” olan biri olduğum içinde, geçmişten nefret edip geleceğe umutsuz bakan biri olmak zorunda olacağın için de özür diliyorum.

Hiç birinin anlam ifade etmediği özürlerim içinse ne diyeceğimi bilemiyorum. Sadece üzgünüm, hem senin için hem kendim için. Üzgünüm.

Çocukluğuma...

Merhaba çocuk. Kendime yazdığım şu anımda kaç yaşımdayım bilmiyorum. Sana bir başkasıymışsın gibi hitap edeceğim, böylesi daha mantıklı olacak gibi.
İlkokulun serbest resim saçmalığında, arkadaşların çiçek böcek çizerken sen savaş sahnesi çizip de annenin okula çağrıldığı, dördüncü sınıftaki sana yazmak istiyorum. Boş koy gitsin! Öyle zamanlar gelecek ki; senden çok küçük çocuklar ölümün üç boyutlusunda büyüyecekler. Anormal olmadığını kimse bilmeyecek ama ben sana söyleyeyim; realist olmakla lanetlenmişsin, çok üzgünüm ama hala realistim.
Hayalini kurduğun yaşlarda, hayalini kurduğun ne varsa hepsini unut; çünkü hiç birini gerçekleştiremediğin zamandan kendine mektup yazarken, kendine yalan söyleyemeyecek kadar gerçek bir başarısızlık oluvereceksin.
Sana yalanlar söyleyecekler; annen, baban ve en çok da hayatındaki egolarıyla öğretmenlerin. Çok zeki olduğundan bahsedecekler, yarışmalardaki derecelerinle daha bir heveslenecek daha bir yarışa itecekler seni, sanki iyi yapmışlar gibi. Kazandıkça kaybetmiş bulacaksın kendini. Kaybettiğinin farkına çok ironik bir yerde varacaksın; bir psikoloğa âşık olmuş ve çıkma teklif etmişken, kız; ciddi olup olmadığını sınayan gözlerle, sana bakarken mesela!
Kaç kez aşık olacağını söyleyemeyeceğim çünkü aşık olacak mısın pek emin değilim. Ama sana aşkın kimyasını çözdüğün an itibariyle; sinema perdesinin arkasından sahnede ki filme bakan şaşkın tiplere bakar gibi tüm herkesi seyredeceğini söyleyebilirim. Ve içinden hepsine haykırmak gelecek; “bunları gerçek mi sanıyorsunuz, doğa siz üreyin diye sizinle dalga geçiyor” diye. Hayatına giren kızlara da söyleyeceksin ama inanmayacaklar. “Allah belanı versin” ve “son olmayacaktın da ne diye hayatıma girdin” laflarını ezberleyeceksin ama sonrakileri uyarmana rağmen yine inanmayacaklar sana. Bir tek; “nasılsa gitmeyecek misin neden sana alışayım ki” diyen kızın tavrını seveceksin. Mavi gözleri kalacak aklında ve bir de sana yaptığı son kahve.
Gün gelecek göz doktorun, “göz kuruluğu” teşhisi koydu diye yapay gözyaşı damlaları kullanmaya başlayacaksın. Sana “hiç ağladın mı?” diye soran kızı anımsayacaksın, tebessümle. Ciddiyetle sorunun cevabını arayacaksın. Dur ben sana söyleyeyim; kızın beklediği cevapla alakasız olacak, o senin kim için ağladığını merak ederken, sen bir kişiye değil 250bin kişiye ağladığını itiraf edeceksin; yıl 2005 olacak. Kız cevabınla teselli olmayacak ama sana kalan; geçmişte ki o trajediye tek kişilik yolculuk olacak.
Geleceğin, şu anından çok da iyi olmayacak. Sen bilmiyor olsan da ben hatırlıyor olacağım senin yerine. Bir gün bir kitap da; “mutluluk doğuştan size hediye edilmemişse boş yere uğraşmayın” yazan yazıyı okuyacaksın. Bilimsel verilerle uğraşacaksın; %50 genlerinizin, %40 sizin kontrolünüzde ve %10 çevresel faktörler belirliyor mutlu olup olamadığınızı diyecek meslektaşların. Sakın inanma. Hayatının %10 unun kontrolü bile senin elinde olmayacak.
Büyüdüğünde ne olduğunu merak ediyorsun değil mi? İlkokuldan beri zikrettiğin bilim adamı olmak için çok ama çok uğraşıp bir hiç olacaksın en sonuçta. Hayat anlamsızmış anlayacaksın; bilim yapmaktan çok daha zormuş adam olmak en çok bunu gözlemleyeceksin tüm yaşadıklarında. Hayatından o kadar çok insan girip çıkacak ki; onlar gittikçe ne kadar da az insan tanımışım diyecek kadar insanların ahmaklıklarını analize uğraşacaksın.
Merak ettiğin birkaç soruya daha cevap vereyim; hayır evlenmedin ve dolayısıyla üçüz kızların da olmadı, evinde yok arabanda. Elinde anlarını tespih gibi dizdiğin bir yokluk olacak; bu yaşında. Evliliğe bakışını anlayacak birini bulamadığın için üzgünüm, ya da bulamadığım için mi demeliyim. Sen suçlu değilsin, ben de değilim ama mağduruz; çocuk!
“Bilmek” denen hastalık kanında dolaştığı zamanlarca; öğrenmek için olmadık yerlerde dolaşacaksın. Bedeller ödeyeceksin bilgi uğruna, ömründen; olmayan yaşların akıp gidecek, kimi zaman bir laboratuvar da kimi zaman hayatın en diplerinde bir yerlerde.
Her şeyi sorguluyor bulacaksın kendini; büyüdükçe. Herkese normal gözüken ne varsa senin şüpheciliğin daha da artacak. Ve tüm çıplaklığıyla gördüğün her şeyi, hiç kimseye hiç bir şekilde anlatamayacaksın. Karamsar diyecekler ya da eş anlamlısıyla kötümser; oysa insanlar ölüyorken ve öldürüyorken insanlar, şükrettiklerine şahit olacaksın. Tek tanrıya giden yollarda ki dinlerin savaşını izleyeceksin, aynı dine mensupların bile mezhep denen kendi icatlarıyla ötekileri yaktıklarını izleyeceksin. Üzgünüm belki yaşın buna müsait değil ama sen diğerlerinden farklısın diye rahatlıkla sana yazıyorum. Eminim ki sende en gerçek olanı tüm çıplaklığıyla bilmek isterdin, ben de bil istedim.
Sana yazabileceğim o kadar çok şey var ki; bu yüzden susmak zorundayım. Sana, yaşadıklarımı yaşama diyebilmek adına “dikkat et” haritası çıkarmak isterdim; ama biliyorum ki sen herkese meydan okuduğun gibi bana da meydan okuyup üzerine gider ve hepsini en acısıyla yaşardın. Sanırım daha önce, benim gelecekteki halimin yazdığı haritayı tekrar tecrübe ettiğimden bu haldeyim ve bende sana yazmak gibi bir dejavuyla seni yanlış yola itiyorum. Özür dilerim.
Haberin yok; henüz. Higgs bozonu bulundu. Tanrının belası Tanrı parçacığını bulduk sonunda. Yeni bir çağ açıldı da, insanlar içinde savaş olmayan çağ dönümlerini kabul etmiyorlar ya; bu nedenden çağı kapattıramadık. Paralel evrenler kuramını kanıtlayamadık ama sen buradasın ya da ben senin yanındayım.
Geçti ömür ve senin çok sevdiğini sananlar zor sevdiğinden çokça deneme yapmak zorunda olduğunu anlamadılar; bunun içinde özür dilerim.
Dilinde “keşke” olan biri olduğum içinde, geçmişten nefret edip geleceğe umutsuz bakan biri olmak zorunda olacağın için de özür diliyorum.

Hiç birinin anlam ifade etmediği özürlerim içinse ne diyeceğimi bilemiyorum. Sadece üzgünüm, hem senin için hem kendim için. Üzgünüm.