Hayatımın
en zoru; sabahlarımdı. Bu yüzden; sabah uyanmak zor geliyordu, bu yüzden;
yolculuklarda akşam gitmelerini seviyordum. Ertesi sabah kalkmamak için bahanem
olsun diye değil; gerçekten acılarına ancak katlanabildiğimden, sevgililerimden
gece ayrılıyordum her defasında.
Gecelerin
en karanlık saatleri iyi hissettirirdi kendimi, sabah ise; yine bir yıkıntının
enkazı gibiydi. Gece yalnız yatmak, sabah yalnız uyanmaktan çok daha kolay geliyordu.
Bilmiyorum
nedenini ama hep böyleydi.
Gece,
dışarıdan bir şey gözükmediğindendi, belki; uzun yolculuklarda cam kenarında
oturmama neden ya da bir mola saatinde arayacak birileri olanları kıskanmadan
bayat çay içebilmek içindi gece seyahatlerim.
Gece
karanlık sokaklarda yürümek kolay geliyordu diye; son konuşmalarımı uzatıyor
hava kararsın diye bekliyordum, sevgililerden ayrılma anlarımda. Kimseye denk
gelmeyecek olma ihtimali, kim bilir belki de sevgilinin gözyaşlarını görmemek
içindi. Aslında en önemlisi; arkamdan gelmeyişlerine, “gecenin geç saati ya
ondan” diyebilmenin avunmasıydı, kim bilir.
Yine
gece gidilecek bir yol bulmalı. Cama yaslamalı başını ve şehir ışıklarından
uzaklaşıp, karanlık da karanlığa gitmeli; her gidiş bir bilinmez değil mi
zaten, kimse bilmemeli hatta kendim bile bilmeden gitmeliyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder