3 Kasım 2013 Pazar

Çocukluğuma...

Merhaba çocuk. Kendime yazdığım şu anımda kaç yaşımdayım bilmiyorum. Sana bir başkasıymışsın gibi hitap edeceğim, böylesi daha mantıklı olacak gibi.
İlkokulun serbest resim saçmalığında, arkadaşların çiçek böcek çizerken sen savaş sahnesi çizip de annenin okula çağrıldığı, dördüncü sınıftaki sana yazmak istiyorum. Boş koy gitsin! Öyle zamanlar gelecek ki; senden çok küçük çocuklar ölümün üç boyutlusunda büyüyecekler. Anormal olmadığını kimse bilmeyecek ama ben sana söyleyeyim; realist olmakla lanetlenmişsin, çok üzgünüm ama hala realistim.
Hayalini kurduğun yaşlarda, hayalini kurduğun ne varsa hepsini unut; çünkü hiç birini gerçekleştiremediğin zamandan kendine mektup yazarken, kendine yalan söyleyemeyecek kadar gerçek bir başarısızlık oluvereceksin.
Sana yalanlar söyleyecekler; annen, baban ve en çok da hayatındaki egolarıyla öğretmenlerin. Çok zeki olduğundan bahsedecekler, yarışmalardaki derecelerinle daha bir heveslenecek daha bir yarışa itecekler seni, sanki iyi yapmışlar gibi. Kazandıkça kaybetmiş bulacaksın kendini. Kaybettiğinin farkına çok ironik bir yerde varacaksın; bir psikoloğa âşık olmuş ve çıkma teklif etmişken, kız; ciddi olup olmadığını sınayan gözlerle, sana bakarken mesela!
Kaç kez aşık olacağını söyleyemeyeceğim çünkü aşık olacak mısın pek emin değilim. Ama sana aşkın kimyasını çözdüğün an itibariyle; sinema perdesinin arkasından sahnede ki filme bakan şaşkın tiplere bakar gibi tüm herkesi seyredeceğini söyleyebilirim. Ve içinden hepsine haykırmak gelecek; “bunları gerçek mi sanıyorsunuz, doğa siz üreyin diye sizinle dalga geçiyor” diye. Hayatına giren kızlara da söyleyeceksin ama inanmayacaklar. “Allah belanı versin” ve “son olmayacaktın da ne diye hayatıma girdin” laflarını ezberleyeceksin ama sonrakileri uyarmana rağmen yine inanmayacaklar sana. Bir tek; “nasılsa gitmeyecek misin neden sana alışayım ki” diyen kızın tavrını seveceksin. Mavi gözleri kalacak aklında ve bir de sana yaptığı son kahve.
Gün gelecek göz doktorun, “göz kuruluğu” teşhisi koydu diye yapay gözyaşı damlaları kullanmaya başlayacaksın. Sana “hiç ağladın mı?” diye soran kızı anımsayacaksın, tebessümle. Ciddiyetle sorunun cevabını arayacaksın. Dur ben sana söyleyeyim; kızın beklediği cevapla alakasız olacak, o senin kim için ağladığını merak ederken, sen bir kişiye değil 250bin kişiye ağladığını itiraf edeceksin; yıl 2005 olacak. Kız cevabınla teselli olmayacak ama sana kalan; geçmişte ki o trajediye tek kişilik yolculuk olacak.
Geleceğin, şu anından çok da iyi olmayacak. Sen bilmiyor olsan da ben hatırlıyor olacağım senin yerine. Bir gün bir kitap da; “mutluluk doğuştan size hediye edilmemişse boş yere uğraşmayın” yazan yazıyı okuyacaksın. Bilimsel verilerle uğraşacaksın; %50 genlerinizin, %40 sizin kontrolünüzde ve %10 çevresel faktörler belirliyor mutlu olup olamadığınızı diyecek meslektaşların. Sakın inanma. Hayatının %10 unun kontrolü bile senin elinde olmayacak.
Büyüdüğünde ne olduğunu merak ediyorsun değil mi? İlkokuldan beri zikrettiğin bilim adamı olmak için çok ama çok uğraşıp bir hiç olacaksın en sonuçta. Hayat anlamsızmış anlayacaksın; bilim yapmaktan çok daha zormuş adam olmak en çok bunu gözlemleyeceksin tüm yaşadıklarında. Hayatından o kadar çok insan girip çıkacak ki; onlar gittikçe ne kadar da az insan tanımışım diyecek kadar insanların ahmaklıklarını analize uğraşacaksın.
Merak ettiğin birkaç soruya daha cevap vereyim; hayır evlenmedin ve dolayısıyla üçüz kızların da olmadı, evinde yok arabanda. Elinde anlarını tespih gibi dizdiğin bir yokluk olacak; bu yaşında. Evliliğe bakışını anlayacak birini bulamadığın için üzgünüm, ya da bulamadığım için mi demeliyim. Sen suçlu değilsin, ben de değilim ama mağduruz; çocuk!
“Bilmek” denen hastalık kanında dolaştığı zamanlarca; öğrenmek için olmadık yerlerde dolaşacaksın. Bedeller ödeyeceksin bilgi uğruna, ömründen; olmayan yaşların akıp gidecek, kimi zaman bir laboratuvar da kimi zaman hayatın en diplerinde bir yerlerde.
Her şeyi sorguluyor bulacaksın kendini; büyüdükçe. Herkese normal gözüken ne varsa senin şüpheciliğin daha da artacak. Ve tüm çıplaklığıyla gördüğün her şeyi, hiç kimseye hiç bir şekilde anlatamayacaksın. Karamsar diyecekler ya da eş anlamlısıyla kötümser; oysa insanlar ölüyorken ve öldürüyorken insanlar, şükrettiklerine şahit olacaksın. Tek tanrıya giden yollarda ki dinlerin savaşını izleyeceksin, aynı dine mensupların bile mezhep denen kendi icatlarıyla ötekileri yaktıklarını izleyeceksin. Üzgünüm belki yaşın buna müsait değil ama sen diğerlerinden farklısın diye rahatlıkla sana yazıyorum. Eminim ki sende en gerçek olanı tüm çıplaklığıyla bilmek isterdin, ben de bil istedim.
Sana yazabileceğim o kadar çok şey var ki; bu yüzden susmak zorundayım. Sana, yaşadıklarımı yaşama diyebilmek adına “dikkat et” haritası çıkarmak isterdim; ama biliyorum ki sen herkese meydan okuduğun gibi bana da meydan okuyup üzerine gider ve hepsini en acısıyla yaşardın. Sanırım daha önce, benim gelecekteki halimin yazdığı haritayı tekrar tecrübe ettiğimden bu haldeyim ve bende sana yazmak gibi bir dejavuyla seni yanlış yola itiyorum. Özür dilerim.
Haberin yok; henüz. Higgs bozonu bulundu. Tanrının belası Tanrı parçacığını bulduk sonunda. Yeni bir çağ açıldı da, insanlar içinde savaş olmayan çağ dönümlerini kabul etmiyorlar ya; bu nedenden çağı kapattıramadık. Paralel evrenler kuramını kanıtlayamadık ama sen buradasın ya da ben senin yanındayım.
Geçti ömür ve senin çok sevdiğini sananlar zor sevdiğinden çokça deneme yapmak zorunda olduğunu anlamadılar; bunun içinde özür dilerim.
Dilinde “keşke” olan biri olduğum içinde, geçmişten nefret edip geleceğe umutsuz bakan biri olmak zorunda olacağın için de özür diliyorum.

Hiç birinin anlam ifade etmediği özürlerim içinse ne diyeceğimi bilemiyorum. Sadece üzgünüm, hem senin için hem kendim için. Üzgünüm.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder