Merhaba çocuk. Kendime yazdığım
şu anımda kaç yaşımdayım bilmiyorum. Sana bir başkasıymışsın gibi hitap
edeceğim, böylesi daha mantıklı olacak gibi.
İlkokulun serbest resim
saçmalığında, arkadaşların çiçek böcek çizerken sen savaş sahnesi çizip de
annenin okula çağrıldığı, dördüncü sınıftaki sana yazmak istiyorum. Boş koy
gitsin! Öyle zamanlar gelecek ki; senden çok küçük çocuklar ölümün üç
boyutlusunda büyüyecekler. Anormal olmadığını kimse bilmeyecek ama ben sana
söyleyeyim; realist olmakla lanetlenmişsin, çok üzgünüm ama hala realistim.
Hayalini kurduğun yaşlarda,
hayalini kurduğun ne varsa hepsini unut; çünkü hiç birini gerçekleştiremediğin
zamandan kendine mektup yazarken, kendine yalan söyleyemeyecek kadar gerçek bir
başarısızlık oluvereceksin.
Sana yalanlar söyleyecekler;
annen, baban ve en çok da hayatındaki egolarıyla öğretmenlerin. Çok zeki
olduğundan bahsedecekler, yarışmalardaki derecelerinle daha bir heveslenecek
daha bir yarışa itecekler seni, sanki iyi yapmışlar gibi. Kazandıkça kaybetmiş
bulacaksın kendini. Kaybettiğinin farkına çok ironik bir yerde varacaksın; bir
psikoloğa âşık olmuş ve çıkma teklif etmişken, kız; ciddi olup olmadığını
sınayan gözlerle, sana bakarken mesela!
Kaç kez aşık olacağını
söyleyemeyeceğim çünkü aşık olacak mısın pek emin değilim. Ama sana aşkın
kimyasını çözdüğün an itibariyle; sinema perdesinin arkasından sahnede ki filme
bakan şaşkın tiplere bakar gibi tüm herkesi seyredeceğini söyleyebilirim. Ve
içinden hepsine haykırmak gelecek; “bunları gerçek mi sanıyorsunuz, doğa siz
üreyin diye sizinle dalga geçiyor” diye. Hayatına giren kızlara da
söyleyeceksin ama inanmayacaklar. “Allah belanı versin” ve “son olmayacaktın da
ne diye hayatıma girdin” laflarını ezberleyeceksin ama sonrakileri uyarmana
rağmen yine inanmayacaklar sana. Bir tek; “nasılsa gitmeyecek misin neden sana
alışayım ki” diyen kızın tavrını seveceksin. Mavi gözleri kalacak aklında ve
bir de sana yaptığı son kahve.
Gün gelecek göz doktorun, “göz
kuruluğu” teşhisi koydu diye yapay gözyaşı damlaları kullanmaya başlayacaksın.
Sana “hiç ağladın mı?” diye soran kızı anımsayacaksın, tebessümle. Ciddiyetle
sorunun cevabını arayacaksın. Dur ben sana söyleyeyim; kızın beklediği cevapla
alakasız olacak, o senin kim için ağladığını merak ederken, sen bir kişiye
değil 250bin kişiye ağladığını itiraf edeceksin; yıl 2005 olacak. Kız cevabınla
teselli olmayacak ama sana kalan; geçmişte ki o trajediye tek kişilik yolculuk
olacak.
Geleceğin, şu anından çok da iyi
olmayacak. Sen bilmiyor olsan da ben hatırlıyor olacağım senin yerine. Bir gün
bir kitap da; “mutluluk doğuştan size hediye edilmemişse boş yere uğraşmayın”
yazan yazıyı okuyacaksın. Bilimsel verilerle uğraşacaksın; %50 genlerinizin,
%40 sizin kontrolünüzde ve %10 çevresel faktörler belirliyor mutlu olup
olamadığınızı diyecek meslektaşların. Sakın inanma. Hayatının %10 unun kontrolü
bile senin elinde olmayacak.
Büyüdüğünde ne olduğunu merak
ediyorsun değil mi? İlkokuldan beri zikrettiğin bilim adamı olmak için çok ama
çok uğraşıp bir hiç olacaksın en sonuçta. Hayat anlamsızmış anlayacaksın; bilim
yapmaktan çok daha zormuş adam olmak en çok bunu gözlemleyeceksin tüm
yaşadıklarında. Hayatından o kadar çok insan girip çıkacak ki; onlar gittikçe
ne kadar da az insan tanımışım diyecek kadar insanların ahmaklıklarını analize
uğraşacaksın.
Merak ettiğin birkaç soruya daha
cevap vereyim; hayır evlenmedin ve dolayısıyla üçüz kızların da olmadı, evinde
yok arabanda. Elinde anlarını tespih gibi dizdiğin bir yokluk olacak; bu
yaşında. Evliliğe bakışını anlayacak birini bulamadığın için üzgünüm, ya da
bulamadığım için mi demeliyim. Sen suçlu değilsin, ben de değilim ama mağduruz;
çocuk!
“Bilmek” denen hastalık kanında
dolaştığı zamanlarca; öğrenmek için olmadık yerlerde dolaşacaksın. Bedeller
ödeyeceksin bilgi uğruna, ömründen; olmayan yaşların akıp gidecek, kimi zaman
bir laboratuvar da kimi zaman hayatın en diplerinde bir yerlerde.
Her şeyi sorguluyor bulacaksın
kendini; büyüdükçe. Herkese normal gözüken ne varsa senin şüpheciliğin daha da
artacak. Ve tüm çıplaklığıyla gördüğün her şeyi, hiç kimseye hiç bir şekilde
anlatamayacaksın. Karamsar diyecekler ya da eş anlamlısıyla kötümser; oysa
insanlar ölüyorken ve öldürüyorken insanlar, şükrettiklerine şahit olacaksın.
Tek tanrıya giden yollarda ki dinlerin savaşını izleyeceksin, aynı dine
mensupların bile mezhep denen kendi icatlarıyla ötekileri yaktıklarını
izleyeceksin. Üzgünüm belki yaşın buna müsait değil ama sen diğerlerinden
farklısın diye rahatlıkla sana yazıyorum. Eminim ki sende en gerçek olanı tüm çıplaklığıyla
bilmek isterdin, ben de bil istedim.
Sana yazabileceğim o kadar çok
şey var ki; bu yüzden susmak zorundayım. Sana, yaşadıklarımı yaşama diyebilmek
adına “dikkat et” haritası çıkarmak isterdim; ama biliyorum ki sen herkese
meydan okuduğun gibi bana da meydan okuyup üzerine gider ve hepsini en acısıyla
yaşardın. Sanırım daha önce, benim gelecekteki halimin yazdığı haritayı tekrar
tecrübe ettiğimden bu haldeyim ve bende sana yazmak gibi bir dejavuyla seni
yanlış yola itiyorum. Özür dilerim.
Haberin yok; henüz. Higgs bozonu
bulundu. Tanrının belası Tanrı parçacığını bulduk sonunda. Yeni bir çağ açıldı
da, insanlar içinde savaş olmayan çağ dönümlerini kabul etmiyorlar ya; bu
nedenden çağı kapattıramadık. Paralel evrenler kuramını kanıtlayamadık ama sen
buradasın ya da ben senin yanındayım.
Geçti ömür ve senin çok sevdiğini
sananlar zor sevdiğinden çokça deneme yapmak zorunda olduğunu anlamadılar;
bunun içinde özür dilerim.
Dilinde “keşke” olan biri olduğum
içinde, geçmişten nefret edip geleceğe umutsuz bakan biri olmak zorunda
olacağın için de özür diliyorum.
Hiç birinin anlam ifade etmediği
özürlerim içinse ne diyeceğimi bilemiyorum. Sadece üzgünüm, hem senin için hem
kendim için. Üzgünüm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder